17 Şubat 2015 günü İstanbul Kadıköy’de kartopu oynarken camına kartopu geldiği gerekçesiyle mahalle bakkalı tarafından yaşamdan koparıldı Nuh Köklü. Cinayetin ardından Nuh’un politik kimliği nedeniyle ilk akla gelen planlı bir cinayete mi kurban gittiğiydi. Cinayetin gerçekleşme anı ve biçimi bu soruya doğrudan ‘evet’ demeyi güçleştiriyor. Ama cevap asla ‘hayır’ değildi.
Nuh Köklü, en yalın ifadeyle bir nefret cinayetinin kurbanıydı. Ancak bu nefret camına kartopu gelen bir bakkalın anlık öfkesi değildi şüphesiz. 90’lı yıllarla birlikte topluma pompalanan milliyetçi körlük, 2000’li yıllarda dinci tutuculukla kaynaşarak kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan, yaşamayan, her şeye, herkese düşmanlık duyan, bununla yetinmeyip yaşam hakkı ve alanı bırakmayan bir toplumsal veba boyutuna ulaştı. Nuh’un gerçek katili, yaratılan bu canavarın ta kendisi ve besleyip büyütenlerdi. Bu iklim sayesinde Nuh’un veya Nuh gibi düşünenlerin katili olabilecek yüzlerce-binlerce fail sokaklarda kol geziyordu. Onlar için kartopu en basit bahaneydi. Kartopundan çığ yaratacak kadar sıkıştırılmış bir öfkeye sahiptiler. Kartopu olmazsa bile saçının şekli, yürüyüşü, bakışı gibi birçok sudan sebeple cinayet işlemeyi meşrulaştıracak bir bilinç/sizlik havuzları vardı.
Kar fırtınasının tıpkı yaratılan öfke fırtınası gibi ülkeyi ve İstanbul’u kasıp kavurduğu günlerde kartopu bahanesiyle aramızdan kopartılan Nuh Köklü’nün ardından birçok yazı yazıldı. Yönetmen Özcan Alper, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü alan ve linç kültürünü anlatan “Karanlık Gece” filmini Nuh’un anısına ithaf etti. Bu tür çalışmalar Nuh’u anmanın ötesinde onu aramızdan koparıp alan toplumsal cinnet halinin kodlarının çözülmesine hizmet ettiği kadar bu iklimin yaratıcılarıyla da bir hesaplaşmayı içeriyor kuşkusuz.
Son olarak Nuh’un eski eşi, okul ve mücadele arkadaşı Sibel Köklü böyle bir çalışmaya imza attı. Sibel Köklü’nün Nuh’un hayatını kaybettiği günlere gönderme yaptığı ‘Kar Fırtınası’ romanı Mayıs ayı içerisinde Müptela Yayınları tarafından basılarak okuyucuyla buluştu.
OTUZ YILIN TÜM KARAKTERLERİ ‘KAR FIRTINASI’NDA BULUŞUYOR
Şunu hemen vurgulamam gerekiyor. Yazar Sibel Köklü, ‘Kar Fırtınası romanında Nuh Köklü’yü, onun yaşamını, katledilişini anlatmıyor. Bu beklentiyle romanı okuyacak olanları küçük bir hayal kırıklığı bekliyor. Ancak Sibel Köklü daha fazlasını yapıyor. Yaklaşık otuz yıllık bir süreci kapsayan kurguda ikili bir anlatım ve eksen üzerinden yarattığı kahramanlar ve olay örgüsüyle bir Türkiye panoraması çiziyor. Romana adını veren, Nuh Köklü’nün katledildiği günlere göndermeyi içeren kar fırtınası metaforu romanın ilk bölümünü teşkil ediyor. Bu bölümde romanın başkahramanı Rüya’ya, yönetmen arkadaşı Ertekin tarafından düzenlenip basılması için verilen ortak arkadaşları Sevan’a ait roman taslağı üzerinden ilerliyor anlatım ve kurgu. Sibel Köklü biraz da illüzyon yapıyor. Okurken yazar olarak aradan çekildiğini ve başka birisi tarafından yazılmış ‘Kar Fırtınası’ taslağını Rüya karakterinin okunduğu hissini veriyor okuyucuya. Bu bölüm, özü itibariyle Türkiye’nin Avrupa Birliği hayalinin henüz sürdüğü, el değiştiren iktidarın başta medya olmak üzere hayatın her alanında kadrolarını yaratarak kök salmaya başladığı bunun paralelinde eski devlet aygıtının direkt veya dolaylı unsurlarının karşı refleks geliştirme çabaları, dönemin uluslararası politik argümanlarını da içerecek şekilde yaşanmış ve yaşanması muhtemel kimi suikast, saldırı ve darbe planlamalarını yeniden kurgulayarak anlatıyor. Köklü burada esas olarak ‘kartopu cinayeti’nin yaşandığı dönemin Türkiye’sinin silüetini çiziyor. Bu bölüm zaman zaman geriye yaslanarak çok geniş ve çeşitli karakterler silsilesiyle gelişiyor. Medya kalemşörleri, cemaat önderleri ve onların ordu içindeki müritleri, emekli askerler, istihbaratçılar, kraldan daha kralcı yerel muhbirler, gazeteciler, din adamları, turist kimliğinde uluslararası güçlerle ilişkili tipler bu bölüme renk katıyor. Başlangıçta birbiriyle alakasız ve çok değişik ülkelerde, şehirlerde yaşayan bu karakterler romanın akışı içerisinde aynı konu etrafında hizalanıyor ve 2000’li yılların Türkiye fotoğrafı, bir anlamda da Nuh Köklü’nün nefret cinayetine kurban gittiği günlerin Türkiyesi şekilleniyor.
SEKSENLERE GERİ DÖNÜŞ VE GÜNCEL KÖRDÜĞÜM
‘Kar Fırtınası’ romanının politik gerilim veya polisiye kimliği bu bölümden sonra daha netleşiyor. Romanın kahramanı Rüya’nın yönetmen Ertekin’den aldığı roman taslağını okuması bitiyor ancak tam da o sırada sürpriz bir şekilde romana dahil olan, 90’lı yıllardan beri kayıp şüpheli karakter Hicran’la Rüya’nın tesadüfen karşılaşması örgüyü ve konuyu bambaşka bir noktaya taşıyor. Bu ilginç karşılaşmanın ardından Ertekin’in şüpheli bir şekilde ortadan kayboluşu, Rüya’nın ortak arkadaşlarıyla birlikte Ertekin’i aramaya başlaması mekanın İstanbul’dan Ağrı’ya taşınması romanı daha da hareketli kılıyor ve her aşamada merak duygusunu tetikliyor. Tüm bu gerilim ve koşuşturma içinde yazar, Hicran karakterinin karıştığı ve ortadan kaybolduğu bir soygun nedeniyle 80’li yılların sonu ve 90’lı yılların başına, üniversite ortamına, üniversite yıllarındaki sol yapılanmaların gerçeğine sık sık dönüş yapıyor. Bu bir anlamda Sibel Köklü’nün romanda da belirttiği gibi kuşak dahi olamamış kendi kuşağının, 88 kuşağının sorunlarına, devlet mekanizmasını yeterince tanımamış ve kırılmalar yaşamış gençlik hareketinin anlatımına dönüş oluyor. Hızla politikleşen ve kendi gündeminden kopan gençlik hareketinin politik örgütlerle ilişkisi, amacından çıkmış örgüt ve eylem mantığı, gençlik ve örgütlenmeler içinde istihbaratın ve polisin sızma, saptırma ve provokasyon çalışmaları, bunun bir örneği olarak iki gencin ölümüyle sonuçlanan bir kuyumcu soygunu girişimi bu bölümün taşıyıcı kolonu oluyor. Zira bu olayla ilişkili olduğu şüphesi taşıyan Hicran karakterinin üzerinden kurgu önce roman taslağının yazarı Sevan’ın, ardından Sevan’ın roman taslağını Rüya’ya veren Ertekin’in kayboluşuna ve güncele bağlanıyor.
Sonuç olarak ‘Kar Fırtınası’ romanı, kendini okutan, okuyucunun ilgi ve merakını sürekli canlı tutacak nitelikte bir politik gerilim-polisiye. Aynı zamanda yakın tarih ve analizler içeren bir roman olarak da okunabilir. En güçlü yanı karakter bolluğu ve çeşitliliği. Aynı tarihsel dönemin bir tanığı olarak yazar kendi tanıklıklarını, yaşanmışlıkları kurguya ne denli yedirmiş? Özellikle ikinci bölümde kurgunun geçtiği ve yaslandığı mekanlar ve olaylar yakın tarihi kapsadığı için birçok kişinin özdeşlik kurmasını sağlayacağı gibi yeni tartışmalara da yol açma ihtimalini içinde barındırıyor.
Romanda iç içe geçmiş bazen kurgu bazen gerçek, bazen de kurgudan mı gerçeğe gerçekten mi kurguya taşındığı merak uyandıran olaylar serisi ve karakterler bu ilgi ve merakı besleyip büyütecek tarzda unsurlar. Mesela kendini devlet yerine koymuş emekli askerler, kontrol dışı istihbarat elemanlarının kurguladığı darbe planı, Rus diplomatın öldürülmesi, Ermeni gazetecinin öldürülüp denize atılması, 90’lı yılların başında yaşanmış şüpheli kuyumcu soygunu vb. yine Ertekin, Özer (sinemacı) gibi, Rüya (işsiz gazeteci) gibi ve kuyumcu soygununda öldürülen gençler, Hicran ile eski sevgilisi Sevan gibi bir çok roman karakteri ve yaşadıkları romanda gerçekle kurgu arasındaki sarkaçta gidip geliyor ve okuru yakın geniş zamanlı hafıza yolculuğuna çıkarıyor.
KAR FIRTINASI’NDA NUH’UN İZLERİ
Girişte de belirtiğim gibi ‘Kar Fırtınası’ romanı, Nuh Köklü’nün anısına ithaf edilmiş bir roman. Ancak romanda bunun dışında Nuh Köklü’ye ilişkin özel bir anlatım yok. Bu daha çok kimi isimlendirme ve göndermelerle yapılmış ki en başta romanın ismi ‘Kar Fırtınası’ bunun en somut örneği ve ikili bir göndermeyi içeriyor. Hem Nuh Köklü’nün hayatını kaybettiği karlı günü hem de romanda dile getirilen Türkiye gerçeğini.
Yine romanın başkahramanının taşıdığı isim; Nuh Köklü’nün yaşamına mal olan saldırı sonrası son sözleri, “Ne olur bu bir rüya olsun”, kitabın sonunda önsöz, sonsözü de kapsayan tümsöz olarak sızar duygu dünyamıza.
“Polisler Sevan’ın fotoğrafını gösterdi bana. Kimliği teşhis edilememiş. Kimsesizler mezarlığına gömmüşler. Hem de kim öldürmüş biliyor musunuz? Jandarma. Ağrı Dağı’na çıkıp terör örgütüne katılacak diye ihbar gelmiş, vurmuşlar Sevan’ı. Ah Rüya, bütün bu olan bitenler keşke bir rüya olsa!”(1)
Ayrıca Rüya’nın gazeteci kimliği ve işsiz kalışı, Nuh’un gazeteci kimliğine ve sistemle barışık olmayan tüm gazetecilerin yaşadığı işsiz kalma durumuna güçlü bir vurgu. Yazarın bu düşüncesi tesadüf sanılabilir ama kitabın içeriği bunu doğrulamıyor. Kurgusal olarak hem yabancı turistlerin, araştırmacıların ve istihbaratın hem de Sevan’ın, romanda Ağrı’ya Nuhun Gemisi’ni aramaya gitme metaforunu, okuyucunun Nuh Köklü’nün kişiliğine ve yaşamına ilişkin bir metafor olarak okumak mümkün.
Zira Nuh Tufanı efsanesinde Nuh’un gemisi yaşayan her canlı türünden bir erkek ve dişinin tufandan kurtarılmak için gemiye alınarak yaşamı simgeler. Nuh Köklü de dünya görüşü, yaşam felsefesi olarak hem hiçbir zaman yaşama sevincini kaybetmedi hem de her canlının yaşama hakkına saygı duyacak bir yürekle yaşadı. Onun kalbi ve iradesi her zaman ayrım gözetmeksizin ezilenlerin özgürlüğü ve hakları için attı. ‘Kar Fırtınası’na tutulmuş bir ülkede ve dünyada onun inandığı değerler de bir anlamda Nuh’un Gemisi’ydi. İnsana, doğaya, yaşama dair bir gemiydi bu. Bize düşen Nuh’un Gemisi’nin kalıntılarını aramak değil, yaşamı Nuh Köklü’nün Gemisi kılmaktır.
1. Kar Fırtınası, Sibel Köklü, Sayfa 175.